Resim denildiğinde kafasında koca güllerle bezeli figürüyle hemen akla gelen, " Bir ressam olarak doğdum" diyecek kadar kim olduğunun farkında ve "Bir fahişe olarak doğdum" diyecek kadar da cesur, hayatı mücadeleyle geçmiş bir kadın, Frida Kahlo. Dilim döner mi Frida'nın yaşadıklarını anlatmaya bilmiyorum ama daha yazmaya başlarken kendimi en az onun kadar cesur ve güçlü hissediyorum. Sayfalarca yazsam doyamam ve anlatacaklarım da bitmez biliyorum. Çünkü işte öyle bir hayattı Frida'nınki... Çünkü resimleri hangi akımlara örnek gösterilirse gösterilsin, her zaman resimlerden acı fışkırdı. Tuvalde yansıyan gerçek ve acı, hayatın ta kendisiydi. Frida'nın çocukluğu 6 Temmuz 1907'de Meksika'da Macar Yahudisi fotoğrafçı Wilhelm Kahlo ve Kızılderili asıllı Matilde Calderon Gonzales'in dört kız çocuğundan üçüncüsü olarak dünyaya geldiğinde ona "Magdalena Carmen Frida Kahlo Calderon" adını verdiler. Ancak Frida daha son
1970’li yılların başı. New York ’un zengin ailelerine mensup gençler, lise mezuniyet partisinde eğlenirken yüzleri maskeli beş soyguncunun baskınına uğruyor. Pahalı saatler, altın kolyeler, toplanırken genç bir kız yakasına takılı broşu gösterip "Büyükannemin evlilik takısı bu, lütfen bende kalsın" deyince soygunculardan biri takıyı söküp alıyor. Genç kızın erkek arkadaşı karşı çıkıyor. Soyguncu, taşıdığı silahın kabzasıyla delikanlının başına vurunca oluk gibi kan akmaya başlıyor. Ufak yapılı genci, "Bunun cezasını çekersiniz" demesi üzerine yumruklayıp, tekmeliyor, sonra da gidiyorlar. Kan kaybından komaya giren genç, hastaneye kaldırılıyor. Sabahın erken saatinde bıçkın görünüşlü bir grupla yoğun bakıma gelen Carlo Gambino, cam arkasından ağzında oksijen maskesi, kollarına kablolar takılı komadaki yeğenini bir süre izliyor. Sonra yanı başındaki iri kıyım adama dönüp "Bulun bunları" emrini veriyor. New York Post ’un polis muhabiri Kerney, anılarında
Yorumlar
Yorum Gönder